NTB Global

İŞ-ÖZEL YAŞAM DENGESİ

İŞ-ÖZEL YAŞAM DENGESİ

İŞ – ÖZEL YAŞAM DENGESİ

Zamanın Yokuşunda Sıkışan İnsan

Modern çağın en belirgin çelişkilerinden biri, insanların “daha iyi bir yaşam” arayışı içinde “yaşamın kendisinden” uzaklaşmalarıdır. Küreselleşen ekonomi, dijitalleşen iş dünyası ve artan rekabet baskısı, bireyleri her geçen gün daha fazla çalışmaya, daha fazla üretmeye yönlendiriyor. Ancak bu üretkenlik çabası, çoğu zaman kişisel hayatın, aile ilişkilerinin ve ruhsal sağlığın ihmal edilmesine neden oluyor. İşte tam bu noktada “iş-özel yaşam dengesi” kavramı, sadece bireysel değil, toplumsal refahın da temel belirleyicilerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Bir yanda başarıya odaklanan iş yaşamı, diğer yanda huzur arayan özel hayat… Bu iki alan arasındaki sınır, dijital çağda neredeyse silinmiş durumda. Uzaktan çalışma sistemleri, esnek mesai kavramları ve sürekli çevrim içi olma kültürü, “iş”i evin içine taşıdı. Artık çalışma saatleri bitse de zihinsel yorgunluk devam ediyor; çünkü insanlar bilgisayarlarını kapatsalar bile, e-posta bildirimleriyle ya da kurumsal mesajlarla “işteymiş gibi” yaşamaya devam ediyorlar.

Dengenin Bozulduğu Nokta: Görünmeyen Yorgunluk

İş-özel yaşam dengesinin bozulması, ilk bakışta sadece fazla mesai ya da uzun çalışma saatleriyle açıklanabilir gibi görünse de mesele çok daha derindir. Dengesi bozulan bir çalışan, yalnızca fiziksel olarak değil, psikolojik olarak da tükenmeye başlar. Dünya Sağlık Örgütü’nün “tükenmişlik sendromu” (burnout) tanımı, bu dengesizliğin en somut göstergelerinden biridir.

Birçok araştırma, uzun süreli iş stresi yaşayan bireylerin, uyku sorunları, depresyon, anksiyete ve hatta kalp-damar hastalıklarına daha yatkın olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’de yapılan son anketlere göre çalışanların %65’i “işlerini evlerine taşıdıklarını”, %52’si ise “çalışma saatlerinin dışında bile işle ilgili düşünmekten uzaklaşamadıklarını” belirtiyor.

Bu durum yalnızca bireyin sağlığını değil, aile yaşamını da olumsuz etkiliyor. Akşam yemeğinde telefona gelen e-postaya yanıt veren bir ebeveyn, aslında farkında olmadan çocuklarına “işin her şeyden önce geldiği” mesajını veriyor. Bu, yeni nesillerin de ileride aynı döngüye girmesinin temelini oluşturuyor.

İşin ilginç tarafı, iş-özel yaşam dengesizliği sadece bireyi yormuyor; işletmelerin de verimliliğini azaltıyor. Uzun vadede tükenmişlik, çalışan bağlılığını düşürüyor, yaratıcılığı köreltiyor ve işten ayrılma oranlarını artırıyor. Dolayısıyla bu konu, yalnızca kişisel bir sorun değil; aynı zamanda ekonomik bir verimlilik meselesi haline geliyor.

Kurumlar Ne Yapabilir? Dengenin Kurumsal Boyutu

İş-özel yaşam dengesini sağlamak, bireyin iradesi kadar kurumların kültürel yaklaşımıyla da yakından ilgilidir. Başarılı şirketler, artık sadece “ne kadar iş yapıldığına” değil, “çalışanların bunu nasıl yaptığına” da odaklanıyor.

Kurumsal düzeyde atılabilecek adımların başında esnek çalışma modelleri geliyor. Pandemiyle birlikte yaygınlaşan hibrit sistemler, çalışanlara hem üretkenlik hem de özgürlük kazandırdı. Ancak bu modelin sağlıklı işlemesi için, yöneticilerin çalışanların “her an ulaşılabilir” olması beklentisinden vazgeçmesi gerekiyor.

Bir diğer önemli unsur, psikolojik güvenlik ve destek politikalarıdır. Kurumlar, çalışanlarına sadece maddi değil, duygusal anlamda da destek sunmalıdır. Bu, işyerinde açık iletişimin teşvik edilmesi, stres yönetimi eğitimlerinin verilmesi ve çalışan destek programlarının geliştirilmesiyle mümkündür.

Ayrıca, yıllık izin kullanımının teşvik edilmesi ve tatillerde çalışmanın önlenmesi, iş-özel yaşam dengesinin kurumsal teminatıdır. Türkiye’de ne yazık ki birçok çalışan, “izin aldığında bile e-postalarını kontrol etmek zorunda hissettiğini” ifade ediyor. Bu kültürün değişmesi, yöneticilerin örnek davranışlarıyla mümkün olabilir.

Bireyin Rolü: Kendi Dengesini Kuran İnsan

Her ne kadar kurumsal politikalar önemli olsa da iş-özel yaşam dengesinin temel sorumluluğu bireyin kendisindedir. Bu dengeyi sağlamak, öncelikle “hayır diyebilme” becerisiyle başlar. Fazla iş yükü ya da bitmeyen görevler karşısında sınır koymak, modern çağın en büyük becerilerinden biridir.

Zaman yönetimi de bu sürecin anahtarıdır. Çalışanlar, günlerini planlarken öncelik sırasına göre hareket etmeli ve iş dışında kendilerine de zaman ayırmalıdır. Kısa yürüyüşler, hobilere zaman ayırmak, arkadaşlarla sosyalleşmek ya da sadece sessiz bir kahve molası bile zihinsel dengeyi yeniden kurabilir.

Dijital detoks uygulamaları da giderek önem kazanıyor. Günün belirli saatlerinde telefon bildirimlerini kapatmak, hafta sonları e-posta kontrolünü sınırlamak veya sosyal medya kullanımını azaltmak, bireyin kendi alanını korumasına yardımcı olabilir.

Dengede Kalmak Bir Lüks Değil, Gereklilik

İş-özel yaşam dengesi, artık bir tercih değil; sürdürülebilir bir yaşamın temel şartıdır. Bu dengeyi kurabilen bireyler, sadece daha mutlu değil, aynı zamanda daha üretken ve yaratıcıdır. Kurumlar açısından bakıldığında ise, çalışanlarının ruhsal refahını gözeten firmalar, uzun vadede daha düşük personel devri ve daha yüksek kurumsal bağlılık elde eder.

Sonuçta, hayatın anlamı yalnızca başarı, unvan ya da gelir düzeyiyle ölçülmez. Gerçek denge, işteki başarı ile evdeki huzurun birbirini tamamladığı noktada başlar. Çalışanların “çalışmak için yaşamak” yerine “yaşamak için çalıştıkları” bir sistem kurulmadıkça, toplumsal refahın tam anlamıyla sağlanması mümkün değildir.

Bugün iş dünyasının önündeki en büyük meydan okuma, üretkenliği korurken insanı merkeze almaktır. Çünkü insanın tükenmediği yerde kurumlar da tükenmez.

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist-Yazar

Zaferozcivan59@gmail.com